Sanayi, 2025 yılı Temmuz ayında yürürlüğe giren İklim Kanunu ile birlikte köklü bir dönüşüm sürecine girdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve “İklim Kanunu” adıyla yürürlüğe giren düzenleme, yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik yapıda da köklü bir dönüşümün kapılarını aralıyor.
Toplamda 20 madde, 2 geçici madde ve 3 ayrı kanunda yapılan değişikliklerle hayata geçirilen yasa, bir mevzuat değişikliği olmanın ötesinde, tüm toplumu kapsayan bir değişim manifestosu niteliği taşıyor.
2053 Hedefi İçin Köklü Dönüşüm Zorunlu Hale Geldi
Türkiye’nin 2053 yılına dair ilan ettiği “Net Sıfır Emisyon” hedefi doğrultusunda hazırlanan kanun, teknik bir düzenleme olmanın ötesinde; zihinsel, kurumsal ve ekonomik bir yeniden yapılanmayı ifade ediyor. Bu yasayla birlikte kamu kurumları ve özel sektör, sera gazı emisyonlarına dair sorumluluklarını artık ölçülebilir, raporlanabilir ve denetlenebilir şekilde yerine getirmekle yükümlü hale geldi.
Yeni Kavramlarla Değişen Politik Dil
Kanunun tanımlar bölümü, iklim politikasındaki paradigma değişimini anlamak için dikkat çekici. “Adil geçiş”, “birincil piyasa”, “emisyon ticaret sistemi (ETS)”, “iklim adaleti”, “gönüllü karbon piyasaları”, “gömülü sera gazı emisyonları” gibi kavramlar artık Türkiye’nin politika literatürüne resmen girmiş durumda. Bu terimler, çevresel dönüşümle ekonomik yapının artık birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini ortaya koyuyor.
Emisyon Ticaret Sistemi ile Karbonun Ekonomik Değeri Belirleniyor
İklim Kanunu’nun merkezinde yer alan en stratejik adım, Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) kurulması. Bu sistemle birlikte, sera gazı salımı yapan her sanayi kuruluşu, İklim Değişikliği Başkanlığı’ndan yasal emisyon izni almak zorunda kalacak. Sistemin işleyişini Karbon Piyasası Kurulu yönetecek; tahsisat miktarlarını belirleyecek, hangi sektörlerin denkleştirme mekanizmasından yararlanabileceğini karara bağlayacak.
Bu sistem sayesinde karbon emisyonları artık maliyet olarak kayıtlara geçecek, çevresel yükümlülükler işletmelerin finansal tablolarında doğrudan karşılık bulacak.
Sanayide Sürdürülebilir Dönüşüm Şart
Sanayi kaynaklı sera gazı emisyonlarında son beş yılda %2 ila %3 oranında bir düşüş kaydedilmiş durumda. Ancak bu düşüş, büyük ölçüde ekonomik daralma ve döviz kuru baskıları nedeniyle yaşandı. Yapısal ve kalıcı bir azalma ise sadece karbon fiyatlandırma mekanizmaları ve yeşil teknoloji yatırımlarıyla mümkün olacak.
Küresel Riskler Yerel Tehditlere Dönüşüyor
İklim değişikliği artık sadece bir çevre sorunu değil; sosyal, ekonomik ve jeopolitik bir tehdit olarak görülüyor. 2021 yılında Türkiye’de 49.1°C ile tüm zamanların en yüksek sıcaklığı ölçüldü. Aynı yıl içinde 270’i aşkın orman yangını ve 50’ye yakın sel felaketi yaşandı. Tarımda verim kayıpları, içme suyu rezervlerinde azalmalar ve göçmen kuş rotalarındaki değişiklikler, iklim krizinin doğrudan hayatı etkileyen boyutlara ulaştığını gösteriyor.
AB ile Uyum: Rekabet Gücünü Koruma Stratejisi
Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat kapsamında hayata geçirdiği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), Türkiye’nin dış ticaret politikaları üzerinde de baskı oluşturuyor. İhracatta önemli paya sahip olan çimento, demir-çelik, gübre ve alüminyum gibi sektörlerin ürün bazlı karbon maliyetlerine tabi tutulması, Türkiye’nin iç piyasada ETS benzeri bir mekanizma kurmasını zorunlu kıldı. Aksi takdirde Türkiye, ihracatta rekabet avantajını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.
Yerelden Küresele Katılımcı İklim Yönetimi
Kanun, iklim mücadelesinin yalnızca merkezi otoriteyle değil, yerel dinamiklerle yürütülmesini hedefliyor. Bu doğrultuda, her ilde Valilik başkanlığında “İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları” kurulması kararlaştırıldı. Bu kurullar, bölgenin koşullarına uygun Yerel İklim Eylem Planları hazırlayacak. Planların hazırlanması için belirlenen son tarih 31 Aralık 2027 olup, Cumhurbaşkanlığı kararıyla bir yıl uzatılabilecek.
Yeşil Finansman İçin Güvenli Kriterler: Yeşil Taksonomi
Kanunla birlikte Türkiye, çevresel olarak sürdürülebilir faaliyetlerin teknik ölçütlerle belirleneceği bir “Yeşil Taksonomi” sistemine geçeceğini duyurdu. Bu sistem, yatırımcıların kaynaklarını gerçekten çevreci projelere yönlendirmesini sağlayacak. Aynı zamanda sahte çevrecilik anlamına gelen “yeşil yıkama” uygulamalarının da önüne geçilecek.
Sadece yasa ya da teknolojiyle değil, nitelikli insan kaynağıyla da bu dönüşüm sağlanabilir. Türkiye’nin bu yeni dönemde çevre mühendislerine, iklim ekonomistlerine, karbon finansmanı uzmanlarına ve yeşil teknoloji geliştiricilerine ihtiyacı artıyor. Bu kapsamda, üniversiteler ile sanayi arasında iş gücü odaklı iş birlikleri güçlendiriliyor; iklim eğitimi ise tüm eğitim sistemine entegre ediliyor.
Sonuç: Karbonu Değil, Geleceği Yönetme Zamanı
İklim Kanunu, yalnızca bir yasal düzenleme değil; sürdürülebilir kalkınmanın ve sanayide yeşil dönüşümün yol haritasıdır. Sanayi için bir engel değil, doğru okunduğunda bir rekabet avantajı olarak değerlendirilebilecek bu yasa; üreticiler, yatırımcılar, karar vericiler ve toplumun tüm kesimlerinin ortak çabasıyla gerçek anlamda işlerlik kazanabilir.
Albert Einstein’ın sözleriyle özetlemek gerekirse: “Karşılaştığımız sorunları, onları yarattığımız düşünce biçimiyle çözemeyiz.” İklim krizi de işte tam olarak bu nedenle yeni bir düşünme ve üretme biçimini zorunlu kılıyor. Türkiye’nin ilk İklim Kanunu, bu zihinsel dönüşümün sanayideki ilk büyük sınavıdır.